2 Mart 2019 Cumartesi

STEFAN ZWEİG - BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU


Yeniden merhabalar,

   Gözlerim dolu dolu; sanki sevmek, aşık olmak, saygı duymak, değer vermek, birini 'gerçekten' düşünmek neymiş, nasıl olurmuş hiç bilmiyormuşum ve bu bilmeyişim suratıma çok sert bir şekilde  çarpılmış gibi başlıyorum yazıma. Tüm bunlarla daha önce hiç karşılaşmamışım gibi. Karşılaştığımı sanmışım ama aslında kıyısından bile geçememişim gibi.. Aklımdan geçen tek bir soru, beni deliye çevirecek korkusuyla karşınızdayım bu defa:

   ''Bir aşk tek taraflı olarak nasıl yaşanır, bu daha güzel nasıl anlatılır?''

   Stefan Zweig'ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu isimli eserinden bahsediyorum başlıkta da gördüğünüz üzere.



   Kitap hakkında altı çizili cümlelerimi sizinle paylaşmadan önce bilgi vermeyeceğim, çünkü altı çizili sözler zaten çok güzel açıklıyor. O yüzden o cümlelere geçmeden önce yazar hakkında biraz konuşmak istiyorum.

   Stefan Zweig; Satranç, Olağanüstü Bir Gece, Amok Koşucusu, Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat, Korku gibi birçok mükemmel kitabın yazarı. Yaşamı kadar ölümüyle de zihinlerimize kazınmış olan usta. Özgürlük kavramının en iyi temsilcilerinden. Eşi benzeri olmayan bir düşünür. Eserleri henüz hayattayken pek çok dile çevrilmiş ve dünyanın nerdeyse tüm ülkelerinde büyük bir ilgi ile okunmuş. 1881 yılında Viyana'da doğmuş, Avusturya, Fransa, ve Almanya'da öğrenim görmüş, 1939 yılında Brezilya'ya yerleşmiş. 1942 yılında ise Avrupa'nın içinde bulunduğu siyasi duruma dayanamayarak eşi ile birlikte intihar etmiş. İntiharından önce bıraktığı notta ise ''artık güneşin yeniden doğmasını'' bekleyecek gücünün kalmadığını yazmış.

   Daha fazla uzatmadan sizi altı çizili cümlelerimle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar. :)
  • ...biri sana hayatını, ilk dakikasından son nefesine kadar hep senin olmuş olan hayatını anlatmaktadır...ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez.


  • ...daracı hayatları olanlar, kapılarının önüne gelen her yeni karşısında meraka kapılırlar. 

  • ...yeryüzünde  hiçbir şey kuytuluklardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz.
  • Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler, ötekiler, duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezeliklerle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak bir kader olduğunu bilirler.

  • ...benim içimi dökebileceğim kimsem yoktu, kimse bana bir şey öğretmiş ve beni uyarmış değildi, deneyimsizdim ve her şeyden habersizdim: kendimi kaderime bir uçuruma atlarcasına teslim ettim.

  • Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.




21 Şubat 2019 Perşembe

J.D. SALINGER - ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR (GÖNÜLÇELEN)

   Herkese selamlar,

   Umarım kitaplarınızla aranızın iyi olduğu bir dönemde tekrar karşınıza gelmişimdir. Ben böyle bir dönemdeyim de :)

   Hakkında konuşacağımız 3. kitabımız Jerome David Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar isimli eseri. Ben Yapı Kredi Yayınları'ndan okudum. Dört gün önce başladım ve yaklaşık 20 dakika önce son cümlelerini okudum. 198 sayfalık bir kitaptı. Şimdi 'E hani günde 25 sayfa okuyordun ilk yazında  öyle demememiş miydin?'' diyeceksiniz tabi. Uzun bir otobüs yolculuğu yaptım ve bu yolculuğu iyi değerlendirdim diye bir açıklamayla karşılık vereceğim ben de. Neyse girişimi daha fazla uzatmadan konuya geliyorum.


   Öncelikle yazarımız Jerome David Salinger 1950'li yılların Amerika'sının dünyaca tanınmış yazarlarından biri. New York’ta doğumlu yazarımız, bahsini ettiğimiz kitabında yarattığı karakter olan Holden Cauldfield’ın çocukluğuna benzer bir çocukluk ve sorunlu bir öğretim hayatı geçirmiş. II. Dünya Savaşı’na katılmış, savaşın olumsuz yüzünü görmüş ve psikolojik buhran geçirmiş. 2010 yılında 91 yaşında iken vefat etmiş.


   Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı, Salinger’ın Türkiye’de de en çok tanınan eseri. Yayımlandıktan sonra Türklerle buluşması 16 yıl sürmüş.
        Kitabın dili bence gayet yalın ve akıcı. Kitabı okurken sanki Holden gelmiş, yanımdaki koltuğa oturmuş bana o birkaç günde yaşadıklarını anlatıyor gibiydi. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki; ben okuduğum kitapların bir sonuca bağlanmasını beklediğim için olsa gerek, kitabın sonunda birden ''Size anlatacaklarım bu kadar.'' cümlesiyle karşılaşınca bir de 5 saate yakın aralıksız okuyup bu cümleye gelince tokat yemiş gibi oldum. Kitapla ilgili bahsedeceklerim bu kadar. Sizlerin de yorumlarını merakla bekliyor, hepinize iyi okumalar diliyorum. Bu kitapta ilk kez karşılaştığım iki kelimeyi belirttikten hemen sonra altı çizili cümlelerimi de paylaşıp yazımı noktalıyorum.
   
   Kenef: İsim olarak tuvalet, sıfat olarak pis ve berbat anlamlarında kullanılmakta imiş. Kitapta sıkça geçen bir kelime olduğu için bilmekte fayda var..


   Psikanalist:Psilanalizci anlamına gelmektedir. Psikanaliz ise insanın uyumlu veya uyumsuz davranışlarının kaynağı sayılan, bilinçaltı çatışma ve güdüleri araştırıp bilince çıkararak davranış sorunlarını çözme yöntemi imiş.

  • ''Hayat, tabii ki bir oyundur evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur.''

  • ''İnsanlar hiçbir şeye dikkat etmiyorlar zaten.''

  • ''Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.''

  • ''Üzülmekten gidemem, üzülmeyi bırakıp gidemem'' (Ah! O kadar sık yaşarım ki bunu.)

  • ''Her şeyden önce, onu o çılgın mezarlıkta görmekten hiç hoşlanmıyorum. Ölmüş heriflerle, mezar taşlarıyla filan çevrili bir halde. Hava güneşliyse durum pek de kötü sayılmazdı, ama iki kez -tam iki kez- biz mezarlıktayken yağmur başladı. Korkunçtu. Yağmur yağıyordu çocuğun başındaki mezar taşına, karnının üstündeki çimlere. Her yer sırılsıklam olmuştu. Mezarlığı ziyarete gelen herkes deli gibi arabalarına koşmaya başladı. İşte bunu görünce deliriyordum nerdeyse. Bütün ziyaretçiler arabalarına atlayıp, radyolarını açabilirler, yemeğe bir yerlere gidebilirlerdi; Allie dışındaki herkes. Buna dayanamamıştım. Yalnızca bedeni filan mezarlıktaydı, ruhu cennete gitmişti, biliyordum bütün bu zırvaları, ama yine de dayanamıyordum.Keşke orada olmasaydı diyordum.'' (Bir acı daha net nasıl anlatılabilir ki?)

  • ''...birinin moralini bozmak için ille de kötü bir herif olmak gerekmez ki; iyi bir herif olup yine de moral bozucu olabilirsin.''

  • ''...onu yine de sevebilirim, değil mi? Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?''

  • ''Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.''






12 Şubat 2019 Salı

JANE AUSTEN - AŞK VE GURUR


   Merhabalar sevgili kitapsever dostlarım,

   Bu yazımda 2017 yılının ocak ayında başlayıp bitirmiş olduğum Jane Austen’in Aşk ve Gurur isimli romanıyla karşınızdayım.

   Kitap hakkında konuşmaya başlamadan önce biraz yazardan bahsetmek istiyorum. 1775-1817 yılları arasında yaşamış olan İngiliz yazarımız çağdaş romanın başlatıcıları arasında yer alıyor. Orta sınıf yaşayışını romanlarına konu etmesi ve karakter çizimindeki başarısı ile tanınıyor.  Aydın bir ev ortamında yetişmiş olması, iki erkek kardeşinin edebiyat dergisi çıkarmaları genç yaşlarında yazarımızı edebiyatla uğraşmaya itmiş. Bu günkü konumuz olan Aşk ve Gurur adlı eserini yazmayı tamamladığında ise daha 21 yaşındaymış.

   Jane Austen romanlarında taşra hayatını konu edinmiş. Bu durum da onunla ilgili eserlerin odak noktasını oluşturmuş. Yaşadığı dönemde gerçekleşen Fransız Devrimi, Napolyon savaşları, endüstri devrimi gibi büyük olaylar ya da büyük duygular onun romanlarında kendilerine yer bulmayı başaramamış. Romanları boyunca karakterlerine taşra hayatının dar, sıkıcı ve önemsiz olduğunu kabul ettirmeye çalışmış.



   Aşk ve Gurur’da da taşralı Elizabeth ve soylu Darcy’nin yaşadıkları anlatılıyor. Neler yaşadıklarını anlatmayacağım tabi ki ama okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Fazla uzatmadan sorularımı yöneltip, beni cezbeden cümleleri sizlerle paylaşıp noktalayacağım yazımı.

   Sizi cezbeden cümleler neler? Kitabı okudunuz mu ya da okumayı düşünüyor musunuz? Eğer okuduysanız okumayanlara tavsiye ediyor musunuz? Tavsiye etmenizin ya da etmemenizin sebepleri neler?
  • ‘’Kalbinizin birini seçmesi çok doğaldır. Ancak içimizden çok azımız cesaretlendirilmeden aşık olacak kadar yürekliyiz.’’

  • ‘’…elimizden kaçırdığımız nimetlerin o kadar da bulunmaz olmadığını anladığımızda kaderimize boyun eğmekle ne kadar doğru yaptığımızı görürüz.’’

  • ‘’İçimden sanki senin değerini hiçbir zaman bilememişim ve seni hiç layık  olduğun kadar sevmemişim gibi geliyor.’’

  • ‘’Dünyayı görüp tanıdıkça memnuniyetsizliğim artıyor, insan karakterinin ne kadar tutarsızlıklarla dolu olduğunu; faziletli veya akıllı gibi görünenlere bile nasıl hiç güven olmadığını gün geçtikçe daha iyi anlıyorum.’’

  • ‘’Bizi asıl aldatan şey kendi gururumuzdur çoğu zaman.’’

  • ‘’Herkese karşı kayıtsız davranmak, aşkın özü değil midir?’’

  • ‘’Kendi kendilerini yetiştirmek isteyenler hiçbir zaman çaresiz kalmazlar.’’

  • ‘’Bazı şeylere insanları inandırmak ne kadar da zormuş.’’

  • ‘’Geçmişte yaşadıklarının içinde sadece seni mutlu edenleri hatırla.’’



11 Şubat 2019 Pazartesi

THOMAS MORE - ÜTOPYA


Selamlar,

   İlk blog yazımda size biraz olsun açıklamaya çalıştığım yazılarıma büyük bir heyecanla başlıyorum. Hakkında konuşmak istediğim ilk kitap Thomas More’un Ütopya’sı.


   Seve seve ve merakla okuduğum ve birkaç gün önce okumayı tamamladığım bir eser kendisi. Mükemmel bir devlet modeli eserde Ütopya isimli bir ada üzerinden anlatılmaya çalışılıyor. Yazılarımın kitap özeti gibi olacağını düşünmeyin lütfen. Şahsen ben özetini okuduğum bir kitabı okumak istemem. O yüzden bu yazımda da ilerideki yazılarımda da sizlere spoiler vermek gibi gafletlerde bulunmamak için elimden geleni yapacağım. Daha fazla uzatmadan konumuza dönüyorum.

   Bu kitabı okumaya başlayana kadar ütopya kelimesinin Thomas More tarafından türetildiğini bilmiyordum. Gerçi edebiyatta bu türde yazılan eserlerle ilgilenen herkesin bildiği bir şey olduğu söyleniyor ama..



   Ütopya özellikle şehircilikle ya da ekonomi ile ilgili bölümler okuyan, ya da okuyacak arkadaşların karşılaştığı ya da karşılaşacağı bir eser. Kendimden biliyorum. İngiltere’de yaşanan kapitalistleşme süreci hakkında yapılan yorumla tanınmış; koyunların insanları yemesi.


   Öncelikle kitabın bana kazandırdığı deyimlerden bahsetmek istiyorum sizlere;

  •          Güneşi fenerle göstermek; bu deyimle ilk kez bu kitapta karşılaştım. Zaten bilindik konular hakkında konuşmanın yersizliğini anlatmak için kullanılmıştı kitapta. Bu kitaptan edindiğim ve günlük konuşma dilime yerleştirdiğim bir deyim haline geldi benim için.


  •          Diline pelesenk etmek; bu deyim de ilk kez bu kitapta karşılaştığım bir deyim. Kitapta bir sözü yerli yersiz tekrarlamak anlamında kullanılıyor. Bu deyim de kitaptan edindiğim ve günlük konuşma dilime yerleştirdiğim bir deyim haline gelmiş durumda



   Altını çizdiğim cümleleri de paylaştıktan sonra bu yazımı noktalayacağım. Sizin de altı çizili cümlelerinizi merakla bekliyorum.  Bu arada size bir de sorum var. Ütopya’da yaşamak ister miydiniz?

  •       ‘’…devasa yaratıklar hemen hemen he yerde karşınıza çıkabilir, ama sağlıklı ve bilgece yönetilen halklara öyle kolay kolay her yerde rastlayamazsınız.’’


  •         ‘’Sen zarını atadur, bakarsın bir gün şansın yaver gider.’’


  •         ‘’…rüzgarlara karşı kürek çekemiyorsun diye gemiyi fırtınalı dalgaların ortasında bırakamazsın.’’

  •          ‘’…taraf tutma ve açgözlülük yargıya yerleşmeye görsün, toplumu bir arada tutan en güçlü bağı, yani adaleti tümüyle söküp atar.’’


   Bir sonraki eserde buluşmak üzere, hoşçakalın..

10 Şubat 2019 Pazar

BU BİR BAŞLANGIÇ

   Merhaba :)

   İlk blog yazımla karşınızdayım. Bloguma hoşgeldiniz.
   Bu yeni serüvenime, sizlere kendimden, yazılarımda nelerden bahsedeceğimden ve  bunu neden yaptığımdan bahsederek başlamak istiyorum.

 Öncelikle, bendeniz Merve. Henüz 20 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Bu zamana kadar genel hatlarıyla eğitim sürecinin pek dışına çıkamamış bir yaşam tarzım var. Liseye başladığım yıllardan beri okumaya ve yazmaya karşı artan bir ilgim var. Kurallar belirlemekten ve onlara uymaya çalışmaktan yıllardır vazgeçemedim. Liseye başladığım yılda(2012) belirlediğim ve bu zamana gelmeyi başarmış tek kuralım var; günde 25 sayfa kitap okumak. Bu zamana kadarki bilgi birikimimde ne kadar önemi olduğunu açıklayabilmem mümkün bile değil. 

  Her zaman arkamda bir şeyler bırakmak istemişimdir. Söz uçar yazı kalır diyerek yaşamışımdır. Dinlediğim bir şarkıyı eğer çok beğenirsem hemen defterime tüm sözlerini not etmişimdir. Belki ileride bakıp ben bunları dinlerdim demek için belki gelecek nesillerle yapacağım sohbetlere kanıt oluşturmak için biraz da. 

   Bu serüvene başlamaya karar verişim de tüm bunları birleştirmek için aslında. Hem okuyayım, hem yazayım, hem de arkamda bir şeyler bırakayım. Seve seve, sadece içinden geldiği için kitap okuyan kaç kişi kaldık ki şunun şurasında? 

   E iyi, güzel de! Ne yazacağım peki?

   Günde 25 sayfa 25 sayfa diye diye bitirdiğim kitaplar hakkında yazacağım arkadaşlar. Kitapları altını çizerek okuyanlardanımdır. Altı çizili cümlelerden, bir kitabın doğurabileceği hissiyatlardan, okurken benim yaşadıklarımdan bahsedeceğim. Hem belki biriniz bu kitabı okumak istiyordur sayemde fikir sahibi olabilir diye; hem belki biriniz bu kitabı hiç duymamıştır sayemde duymuş olur da okumak isteyebilir diye; hem de belki de biriniz bu kitabı okumuştur da üzerine konuşabiliriz diye. 

   En kısa zamanda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın..